İki meslektaşımdan gelen “önsöz yazma” teklifi aslında beni onurlandıran bir öneriydi. Zira aynı televizyon kanalında birlikte çalışma olanağı da bulduğum bu arkadaşlarımın özverili, titiz ve haberci özelliklerini bizzat tanıma olanağı bulmuştum. Gazetecilik mesleğinin en meşakkatli sektörlerinden polis muhabirliğinin bu iki usta ismi şimdi benim yabancısı olduğum bir alanda kalem oynatmamı istiyordu.1984 yılında gazetecilik mesleğine başladığımda beni de polis muhabirliğinde sınamışlar, Sirkeci’de Sansaryan Han’da uğradığım mesleki bozgun sonrası yeniden istihbarat servisine dönmeme izin vererek, ikinci bir şans tanımışlardı. Bozguna uğramıştım, zira polis muhabirliğinin haber kaynaklarıyla kurulacak ilişkiler ve habere konu olan insanların yaşadıklarına karşı korumaları gereken soğukkanlı mesafeyi kuramamıştım. Dolayısıyla iyi bir çaylak bile olamadan polis muhabirliği maceram sona ermişti.Şimdi, iki meslektaşımın kitabını siz okurlardan önce okuma şansım oldu.Ve okudukça, pırıltılı neon ışıklarının aydınlattığı, biz gazetecilerin kamera
ve objektiflerinin tanıttığı bir dünyanın ışıltısının bir gözetim odasında nasıl tel tel döküldüğünü gözledim. Televole dünyası diye tabir edilen “kültürün” temsilcileri gerek yaşam tarzları, gerek ilişkileri, gerekse o nobranlıklarıyla ülke gençliğinin rol modeli oldular. Onları bu noktaya getiren hiç kuşkusuz biz gazetecilerdik. Birkaç yüz kişinin gündelik yaşamı, gecelere hükmeden karizmaları, zenginlikleri, sonradan görmüşlükleri, laçkalaşan ilişkileri bütün ülkenin gözleri önünde süregelen bir dünyayı anlatıyordu. Aslında yıllardır “Türkiye onları gözetliyordu.” Gözetlenenler bu ilgiden hoşnut, pervasız bir yaşamla kendilerini, vücutlarını, hatta sırlarını ifşa ediyor, izleyiciler/okurlar vakıf olduklarından hoşnut, imrenerek bu yaşamları didikliyordu.
ve objektiflerinin tanıttığı bir dünyanın ışıltısının bir gözetim odasında nasıl tel tel döküldüğünü gözledim. Televole dünyası diye tabir edilen “kültürün” temsilcileri gerek yaşam tarzları, gerek ilişkileri, gerekse o nobranlıklarıyla ülke gençliğinin rol modeli oldular. Onları bu noktaya getiren hiç kuşkusuz biz gazetecilerdik. Birkaç yüz kişinin gündelik yaşamı, gecelere hükmeden karizmaları, zenginlikleri, sonradan görmüşlükleri, laçkalaşan ilişkileri bütün ülkenin gözleri önünde süregelen bir dünyayı anlatıyordu. Aslında yıllardır “Türkiye onları gözetliyordu.” Gözetlenenler bu ilgiden hoşnut, pervasız bir yaşamla kendilerini, vücutlarını, hatta sırlarını ifşa ediyor, izleyiciler/okurlar vakıf olduklarından hoşnut, imrenerek bu yaşamları didikliyordu.