Kasım akşamı Stockholm'de gökyüzü delinmişçesine yağmur yağıyordu. Martin Beck ile Kollberg, güney bölgesi varoşlarındaki Skarmarbrink metro istasyonundan pek uzağa düşmeyen sözü geçen Đkinci kişinin evinde karşılıklı geçmişler, satranç oynuyorlardı.
Son birkaç gündür işlerin durgun gitmesine koşut olarak, bir bakıma kendilerine izin vermişler, kafa dinliyorlardı. Martin Beck çok kötü bir satranççı olmasına karşın, yine de oynardı. Kollberg'in iki aydan gün almış bir kızı vardı. Bu belirli akşam bebe bakıcılığı yapma zorunluluğunda kalmıştı. Martin Beck'e gelince, mutlaka gerekmediği sürece evine gitmemeyi alışkanlık haline getirmişti. Hava kötünün kötüsüydü. Dalga dalga saldıran yağmur orduları damları silip süpürüyor, ardı arkası kesilmez sert darbelerle pencere camlarını zorluyorlardı. Sokaklara boş gözüyle bakılabilirdi. Ara sıra
koşturduğu görünen tek tük kişilerin böyle bir gecede dışarıda olmalarını gerektirir önemli nedenleri vardı. Strandvagen'deki Amerikan Elçiliği'nin önünde ve de oraya yönelik çevresi yollarda dört yüz on iki polis, sayısı iki katına ulaşan göstericilerle çatışmaktaydı. Polis göz yaşartıcı bombalar, tabancalar, kırbaçlar, coplar, otomobiller, motosikletler, kısa dalga telsizler, pilli megafonlar, toplum köpekleri ve de birden gemi azıya alan sinirli atlarla donatılmıştı. Göstericiler bir mektup ve de kova kova boşalan yağmur altında yazıları giderek akıp silikleşen karton dövizlerle silahlanmışlardı.